Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

22 Şubat 2016 Pazartesi

"Dispara": Ardından kısa ve şahane bir özgürlük gelir

Şiddet uygulayan da, şiddet gören de birer “nesne” olarak değil, birer “insan” olarak belirir perdede. Zaten “Dispara”nın, şiddet filmi gibi görünen biçiminin ardında, şiddet filmlerine tümüyle ters bir yapısı vardır

Tamer Baran

IMDb: 6.2
Manalı Filmler: 9

Helikopterle çekilmiş Madrid görüntüleriyle açılır film. Kafesinde serbest bırakılmayı bekleyen kocaman bir hayvan gibidir kent; hareketin ve şiddetin uğultusu doldurur kulaklarımızı.

Kadın ve erkeği ilk sahnede birlikte görürüz. İkisi de en iyi bildikleri, varlıklarını tanımlayan işi yapmaktadır: Anna ateş etmekte, Marcos da seyretmektedir…

Tanıştıkları dakikalarda Marcos’ın ısrarlı röportaj yapma önerisine kendinden giz vermekten korkan bir tavırla kaçamak yanıtlar verir Anna. İçinde gizli ama her an açığa çıkabilir bir güç olduğunu hissederiz. Kendine güveni tamdır ve hiç bir şeyi umursamayan bir havası vardır. Marcos şaşkınlıkla, ender bulunan bir sanatsal güzelliği seyreder gibi seyreder onu. Aynı sahnede Anna’nın gazete okumadığını, televizyon seyretmeyi sevmediğini de öğreniriz. 

Ertesi gün kaçta buluşabilecekleri sorusuna ağzını yırtıcı bir hayvan gibi kocaman açarak yanıt verir Anna. İçindeki kaplanı ilk görüşümüzdür bu.

Marcos evinde sirkle ilgili yazısını yazarken daha ikinci cümlede söz Anna’ya gelir. Bir yerde Anna’yı Buffalo Bill’e benzetir, sonra hemen siler bu sözcükleri. Çünkü Anna Buffalo Bill gibi bir kahraman değildir; atıcılığı sonradan geliştirilmiş bir üstünlük değil, doğal bir alışkanlık, adeta bir güdüdür.

Sirkte buluştuklarında Marcos’un söyleşi yapma çabası Anna’nın yalanlardan oluşturduğu duvara çarpar önce. Daha fazla gücü yoktur Marcos’un, söyleşi yapmaktan vazgeçer (Marcos’un ilk zorlukla karşılaştığında mücadele etmek yerine vazgeçmeyi yeğlediğini filmin sonraki bölümlerinde de görürüz). Ödün Anna’dan gelir o noktada, belki de Marcos’a acıdığı için yaşamını anlatmaya başlar.

Aşk
İlk kez o sahnede hissederiz aralarındaki elektriklenmeyi. Sözcük aralarında uzun boşluklar bırakmakta, bakışları dudaklara, gözlere takılıp kalmaktadır. Anna’nın ateş etmekle ilişkisini daha somut çizer bu sahne. İkisi arasındaki ayrımı da: Tüfek Anna’nın vücudunun bir uzantısıdır sanki, Marcos ise tipik bir aydın tavrı içindedir, ateşli silahlardan nefret ettiğini söyler.

Alışılagelmiş kadınsı özellikler erkekte, erkeksi özellikler ise kadındadır. Bir sonraki sahnede Marcos’un tüm nefretine karşın ateş etmeyi kabul ettiğini görürüz. Anna’nın anlattıklarını dinler, ondan “Dispara!” (Ateş et!) komutunu alınca basar tetiğe, kutuları vurmaya çalışır. Ateş etmekten hoşlanmaya başlamıştır ama yazık ki çok beceriksizdir, hep ıskalar. Anna ateş edecekken, bahse girmek söz konusu olduğunda Marcos çocukça bir beceriksizlikle şekillenen ilk somut adımı atar: “Tümünü vurursan bana bir öpücük verirsin.” Anna’nın bu öneriyi reddederken gülüp geçen tavrında artık gizlemeye gerek görmediği bir arzu yatmaktadır.

Marcos gazetede bir konser için Barselona’ya gitmesi gerektiğini öğrenir. Bu kötü haberin ardından Anna’ya ait fotoğraflar ulaşır eline. Resimlere uzun uzun bakışında işini ciddiye almanın çok ötesinde bir duygunun etkili olduğu çok açıktır. Zaten filmin şarkısı da ilk kez bu sahnede çalar. Anna’nın fotoğrafları üzerine duygusal bir melodi düşer: “Amore, amore, amore / Amore mio”.

Marcos arabada giderken cadde kenarındaki binaların görüntülerinin ön cama yansıması filmin temasına ilişkin bir ipucunu barındırır: Metropolün birey üzerindeki baskısı…

Marcos fotoğrafları göstermek için Anna’ya gittiğinde güler yüzle karşılanır. Artık ikisi için de her şey çok açıktır; aşk eşikte beklemektedir. Bu öylesine açık bir gerçektir ki Anna, süren bir ilişkide olabilecek bir biçimde, birkaç gün içinde ülkeyi terk edeceklerini söyler Marcos’a. Başlaması an meselesi olan bir ilişki söz konusudur ve Anna henüz başlamadan uyarmaktadır Marcos’u.

Fotoğraflara bakarlar birlikte. Anna birini alıp günlüğünün arasına koyar, bir diğerini Marcos için imzalar: “Spara che ti passa” (Ateş et ki geçsin). Marcos izin alıp televizyonu kapatır, derin bir nefes alır ses kesilince. Fotoğraflar ve yazıdan bahsederler.

Ve birinin bir adım daha atması gereken o an gelir. İlişkinin görünen yüzüne ait her şey konuşulmuş, bitmiştir. Görünmeyen tarafına, çizginin ötesine geçilemezse başlamadan bitecektir aşkları. Marcos her zamanki edilgen tavrını sürdürüp “Ben artık kalkayım” derken Anna aralarında yaşanan şeyin birkaç günlük sıradan bir romantizm, anımsandıkça kaçırılan fırsata iç geçirilecek bir küçük anı olarak kalmasına izin vermez, Marcos’u yemeğe davet eder.

Özel bir gecesidir sirkin, çalışanlardan ikisinin nişanlanmaları kutlanmaktadır. Anna ve Marcos da spagetti yiyip şarap içer, nişanlılara “Öp!.. Öp!..” tezahüratı yaparlar. Nişanlıları kutlayan konuşmayı yapan cüce kadın masalarına gelir ve iki cümleyle yalnız Marcos’u değil, biz seyircileri de uyarır: “Dikkat et, tehlikeli bir kadındır. Yaramazlık yaparsan… Bum!”

O geceki nişandan hareketle sirk insanlarının duygusal yaşamlarından söz ederler. Anna sirkte çalışan birinin yalnızca sirkten biriyle evlenebileceğini anlatır Marcos’a. “Yoksa” der, “ya sen sirki bırakırsın ya da onlar seni.” Anna’nın sirke bağlılığını, başka tür bir yaşam sürdüremeyeceğini öğrenmişizdir artık; bu cümleler aşklarının olanaksızlığının altını bir kez daha çizer. Marcos yanıt vermek yerine lafı Anna’ya getirir: “Ya sen?” Anna önce Marcos’un hiç söyleyemediği tipten bir cümleyle “Senden hoşlanıyorum” mesajını bir kez daha geçirir: “Gözlüksüz daha yakışıklısın” ve ardından hep düşlediği yaşamı anlatır: Milyoner bir eş, teraslı bir ev, kuğular ve on çocuk… Kendisini korumasını sağlayan duvarların ötesinde göründüğünden bambaşka bir kadının olduğunu bir kez daha anlarız: Çoğu “normal” kadın gibi aile kurmaktan söz etmektedir. Çoğu kadın gibi duyarlı ve duygusaldır; zengin iç dünyasını kalın perdelerle kapalı tutar ama perde aralandıkça ateşli silahlara hiç uymayan bir ruh görünür…

Marcos dans etmeyi de bilmemektedir. Anna’nın önerisini geri çevirir, ama tabii kadının ellerinden tutup onu piste sürüklemesini de engelleyemez. Geleneksel kadın-erkek rolleri bir kez daha ters yüz edilmiştir.

Filmin en güzel bölümlerinden birini izleriz: Pistte birbirlerine sarılmış, kâh duran, kâh dönen iki vücut… Belli ki dans etmek değildir önemli olan, “temas” önemlidir: İlk yakınlaşma, iki vücudun birbirine değmesi, ruhların yakınlığı… Anna bir adım daha atar, Marcos’un gözlüğünü çıkarır. Şarkının bitmesiyle durur, müziğin yeniden başladığını da fark etmezler. Yeni bir aşka başlamanın tüm karmaşık duygularıyla; heyecan, kaygı, korku, arzu ve mutlulukla öpüşürler…

Çok iyi kotarılmış bu “ilişkiye başlama” planını, bir sevişme sonrası sahnesi izler. Erotizmi verme gibi bir kaygısı yoktur Saura’nın; ilk sevişmenin coşkusu biraz yatıştıktan, sevgililer arasındaki yakınlık perçinleştikten sonra açar sahneyi. Yatakta gülüşmektedirler. Hayatta en çok bilgiye değer veren Marcos, Anna hakkında bir şey bilmediğinden yakınır. Anna içinse bilgi değil duygu önemlidir, laf olsun diye sorar Marcos’un ilk sevgilisini. Sonra gideceklerini tekrar söyler. Marcos’un “Ardından gelirim” cümlesi basmakalıp kaçar, kadının “Ya Rusya’ya gidersem?” sorusu parçalar bu sıradanlığı. Marcos’un yanıtı edilgen tarafını vurgular: “Ağlarım”. Ardından “Cehenneme bile gitsen ardından gelirim” der. Anna’nın Marcos’a sarılışında anaç, kadınca bir sevgi gizlidir; erkeğin söylediğini yapamayacağını biliyormuş, onu anlıyormuş, onu bu haliyle de seviyor ve şefkat duyuyormuş gibidir.

Sabah 24 saat sonra buluşmak üzere ayrılırlar. Anna’nın karavanı önündeki ayrılık sahnesi, ikisinin de belki de hayatlarının aşkını bulduklarını bildiklerini düşündürür.

Farklı kişilikler
Buraya kadar olan tüm sahnelerle her iki kişiliği de tanımış oluruz. Anna genelde içine kapanık, savunma mekanizmaları güçlü, çevresine yüksek duvarlar ören, hırçın, giderek yırtıcı olabilen, ama aslında nahif -Marcos’un daha sonra söyleyeceği gibi- duyarlı, sevgiye tutkun, yaşamına duyguları yön veren, yaşamını sevginin akışına bırakabilen biridir. Marcos ise aklının rehberliğini izleyen, duygularını gizleme eğiliminde olan, girdi çıktısını bilemediği yaşama karşı korkusunu çevresine mesafe koyarak gizlemeye çalışan edilgen biri, bir entelektüeldir. İkisinin de yaşamla ilişkilerinde bir sorun vardır: Anna “çılgın kalabalıktan uzak”, kendi köşesinde yaşamaktadır, Marcos ise yaşamın ortasında olduğu halde içine girmektense izlemeyi yeğlemektedir. Bu yüzden meslekleri çok uyar kişiliklerine. Anna sirkte büyücek bir ailenin içinde yaşamaktadır; dünyadan, yaşamdan kopuktur, sıradışı bir kimlik olduğu için istese de katılamaz yaşama, toplumdan kabul görmez. Marcos ise gazetecilik yapmakta, yani dünyayı, olup bitenleri gözleyip yazıya dökmekte, bu uğraş aracılığıyla yaşamı tanımaya çalışmaktadır.

Filmin sonraki bölümünde ikisini de kaba hatlarıyla özetlediğim kişiliklerine son derece uygun davranışlar içinde görürüz. Senaryo yazarları ana kişilikleri mükemmel çizmiş, davranışlarının yeni renklerinin ana tabloya uygun olmasını sağlamış, bu başarılarını da sonuna kadar götürmeyi becermişlerdir çünkü.

Sabah ayrılmalarının üzerinden henüz birkaç saat geçmişken yaşamın ve şiddetin gölgesi vurur üzerlerine. Sirke dışarıdan gelebilecek hemen tek kişi olan bir tamirci delikanlı (Mario), Anna’yı çok beğenmiş, bakıp durmaktadır. Anna Marcos’la telefonda konuşurken de oradadır. Marcos’un “Seni seviyorum” sözünü yanıtsız bırakır Anna; Mario’nun tehditkâr bakışlarından mı rahatsız olmuştur, yoksa bu sözü çok erken mi bulmaktadır? 

Tecavüz
Mario ve iş arkadaşları Anna’yı gösterisinin ardından sıkıştırmaya çalışırken elae başları Mario’yu daha iyi gözlemleme şansını yakalarız: Siyah deri montu, daracık pantolonuyla modern bir kabadayı tavırlarındadır. Bütün davranışlarının erkeksi, giderek maço bir kimlikle belirlendiğini görürüz. Türkiye’de de sıkça rastladığımız kimi gençler gibi, ABD kökenli isyankâr kültürden etkilenmiş biridir Mario.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken üç tamirci genci taşıyan iki motosiklet sirke gelir. Anna karavanındadır, televizyonda eski bir aşk filmi izlemektedir. İki sevgili birbirlerini ne kadar sevdiklerinden söz eder, öpüşürler. “Dispara”da ilk kez yakın planda bir televizyonun göründüğü bu planın bizi ilgilendiren kısmı filmdeki kadının adama “Sen yanımda olduğun sürece hiçbir şeyden korkmam” demesidir. Marcos ise uzaktadır…

“Kim o?” sorusuna “Benim” yanıtını alan Anna gelenin Marcos olduğunu sanıp kapıyı açar. Gençler içeri girer, kadını yakalayıp yatağa atar, soyarlar. Biri televizyonda gürültülü bir şeyler aramaya başlar. Tecavüze uğrayan Anna’nın görüntülerine koşut kurgulanmış TV görüntülerini izlemeye başlarız: Acı içinde bir çocuk yüzü, Başbakan Felipe Gonzales, cinsel çağrışımları yüksek bir reklam, tecavüzcü gençler gibi giyinmiş bir Rock grubu… Sonuçta Anna hayli yüksek sesle çalınan Rock müzik eşliğinde tecavüze uğrar. Üçüncü çocuğun duraksaması üzerine arkadaşının “Hadi ne bekliyorsun; bütün bunlar bir oyun” demesi ilginçtir. Bu sözü duyunca Anna çocuğun cinsel organına tekme atar. Şiddet şiddeti doğurur: Mario kadını biraz hırpaladıktan sonra ortalığı dağıtır ve elinde bir şişeyle yatakta çıplak yatmakta olan Anna’ya yaklaşır...

Sonraki planda Anna’nın yataktaki görüntüsü kaplar perdeyi: Çarşaflara sarınmış titremektedir, yüzünde ve omuzlarında yaralar vardır.

Uğradığı tecavüz, fiziksel şiddetin ötesinde, yaşamını alt üst eden bir darbe niteliğindedir. Anna’nın yaşamı tecavüz öncesi ve sonrası diye ikiye bölünmüştür ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bilinçdışı bir davranışla içeri girip tüfeğini alır. Karşılaştığı zorbalığa kendi bildiği dilde yanıt verecek, tek bildiği “kendini açıklama biçimi”ne başvuracaktır.

İntikam
Gençlerin çalıştığı tamirhanenin önünde beklemektedir Anna. Önce Patronun, ardından gençlerin geldiklerini görünce tüfeğini doldurup iner arabadan. Dükkanın içinden yaklaşmasını izleriz. Daracık pantolonu, uzun montu, çizmeleri, dağınık saçları ve tüfeğiyle yüzlerce filmden ezbere bildiğimiz bir görüntüyü, Cobra, Rambo, Terminator gibi “yokedici”lerin görüntüsünü çağrıştırmaktadır bu haliyle. Bellidir ki Saura, o tür şiddet filmlerine açık bir gönderme yapmaktadır bu planda. Kameraya yaklaştığında onların robot gibi dik yürüyüşlerinin aksine Anna’nın yürüyüşünün biraz yorgun ve kırık olduğunu gözlemleriz; “yokedici”lerle arasındaki kişilik ve ruh hali farkını yürüyüşü gösterir.

Yine şiddet filmlerinden bildiğimiz sinemasal anlatım biçimleriyle çekilmiş planlarla Anna’nın iki genci öldürüşünü görürüz. Mario’ya yaklaştığında çocuğun adını haykırır, ardından ateş eder. Her zaman 12’den vuran Anna bu kez ıska geçmiş, Mario’yu omzundan yaralayabilmiştir. Çocuk kaçmaya başlar, Anna bir el daha ateş edip yine ıskalar, üçüncü atışında Mario’yu sırtından vurmayı başarır. Silah sesini duyup yukarıdaki bürosundan bakan Patronla birlikte izleriz biz de: Anna çağdaş bir yokedici gibi gelir, yerde sürünen, ölmek üzere olan Mario’nun yanından ağır adımlarla geçin gider. Üçünü de soğukkanlılıkla, dikkatle vurmuş, bir an bile duraksamamıştır. O ana kadar Anna’yı yönlendiren “öldürme” değil, çok iyi bildiği “ateş etme” güdüsüdür (“Ateş et ki geçsin.”). Üç insanı öldürdüğünün tam olarak bilincinde değildir henüz.

Anna bir kafeteryaya girer, temizlenir, Marcos’a telefon açar. Tele sekreterle karşılaşınca ne yapacağını bilemez, “Korkunçtu… Çok korkunçtu” der ağlayarak, telefonu kapatır. O sırada televizyonda sabahki cinayetin haberi verilmektedir. Spiker çocukların cesetlerinin görüntüsü üzerine haberleri okurken “Cinayetin sebebi bilinmemektedir. Uyuşturucu çeteleri arasındaki bir hesaplaşma olduğu sanılmaktadır. Terör olasılığı da göz ardı edilmemektedir” der. Vurgu açıktır: Nedeni tespit edilemeyen cinayetlerin yüksek sayıda olasılıklarının olabildiği günlerde ve bir metropolde geçmektedir hikaye. Ardından Patron çıkıp tanık olduğu kadarıyla olayı anlatır. Bunlar olurken Anna dalmış, cinayetleri düşünmektedir, Patronun söylediklerini duymaz. Cinayetler geriye dönüşlerle tekrar verilirken Anna’nın yaptığı işin korkunçluğunu ilk kez fark ettiğini anlarız. Bu duygu içindeyken çevresindeki her şeyle ilgisini kesmiştir. Belli ki Patronun “Üçü de çok iyi, çalışkan çocuklardı” sözü Anna’dan çok bize hitaben konmuştur filme. Ve ardından, Anna kahvesini içerken çocuklardan birinin annesinin, oğlunun resmine sarılmış ağlayan görüntüsü belirir ekranda. Filmin dikkat çekici özelliklerinden biridir bu: Öyküyü yalnızca kahramanının ekseninden anlatırken olup bitenleri çeşitli yönleriyle ele alıp işlemektedir. Şiddet uygulayan da, şiddet gören de birer “nesne” olarak değil, birer “insan” olarak belirir perdede. Zaten “Dispara”nın, şiddet filmi gibi görünen biçiminin ardında, şiddet filmlerine tümüyle ters bir yapısı vardır.

Karavana gelip de Anna’yı bulamayan Marcos sevgilisinin günlüğünü alır, evine gidip beklemeye başlar. Tele sekreterdeki notu dinlerken, raslantıyla TV’de cinayet haberini görür. İçinden gelen bir dürtüyle tamirhaneye gider. Çocuklardan geriye yere tebeşirle çizilmiş şekiller kalmıştır yalnızca. Marcos Patrona Anna’nın imzaladığı resmi gösterip “O muydu?” diye sorunca adam şaşırır, “Bunu bir kadın yapmış olamaz” der. Yazık ki tüm bunları bir kadın yapmıştır; çağdaş toplumda şiddetin alabileceği yer bakımından, gerçekle “halktan biri” olan Patronun kafasındaki imaj arasındaki ayrım dikkat çekicidir; toplumun modern yaşantısı sıradan insanın kafasında kalmış yargıların dışına taşmıştır çoktan.

Gazetede Marcos, Manuel’le konuşurken televizyon şöyle bir görünür. Yine Patron ekrandadır. Bu kez “Önümden geçip gitti. Tüfeğini yere doğrultmuştu. Bir film seyrediyor gibiydim. Uzun dağınık saçları vardı. Bugünlerde gençlerin böyle saçları var” dediğini duyarız. “Uzun saçlar” çağdaş topluma ilişkin eleştirel bir olgu olarak belirirken, “film seyrediyor gibiydim” cümlesi Saura’nın şiddet filmlerinin yaşamımızdaki yeri üzerine kaygı ve eleştirilerini yansıtır.

Ayrılık
Eve gidip beklemeye başlar Marcos. Bu arada Anna’nın ıssız bir yolda arabasını park edip uyumaya başladığını görürüz. Onun hasta, yorgun ve Marcos’un baktığı günlükten görünen neşeli çocukluk görüntüleri üzerine filmin şarkısı bir kez daha düşer. İki sevgili ayrı düşmüşlerdir artık. Birbirlerinin nerede olduğunu ve nasıl ulaşacaklarını bilmemektedirler. Bu ayrılık filmin finaline kadar sürecek; ne kadar güçlü olursa olsun sevgi dış dünyadan gelen etkileri aşamayacaktır.

Antrakt, Sayı: 37, Ekim 94

Dispara / Outrage / İntikam Ateşi
Yönetmen: Carlos Saura
Senaryo: Carlos Saura, Enzo Monteleone(Giorgio Scerbanenco’nun "Spara che ti passa" isimli öyküsünden)
Oyuncular: Francesca Neri (Anna), Antonio Banderas (Marcos), Lali Ramon, Walter Vidarte, Coque Malla, Achero Manas, Rodrigo Valverde
1993 İtalya, İspanya ortak yapımı; 115 dakika
Dağıtımcı firmalar: Umut Sanat Ürünleri, UIP

Gösterim tarihi: 19 Ağustos 1994