Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

18 Haziran 2011 Cumartesi

Bülbülü Öldürmek

Unutulmaz bir klasik, her açıdan önemli bir film... Tüm sinema tarihinin en özel, en etkileyici ve en çok ilham veren baba karakterlerinden biri

IMDB: 8.5 (59. sırada)
Allmovie: 5 yıldız
Rotten Tomatoes: % 95
Manalı Filmler: 9,5

Bu filmde öyküsü anlatılan Atticus Finch, gerçek biri, adı Amasa Lee.

1923'te filmde anlatılana çok benzer bir davada bir zencinin savunmasını üstlenmiş.

Harper Lee'nin babası. Zaten roman ve film onun çocukluk anıları üzerine kurulu.

Ki eseri, Lee'den babasına bir güzelleme olarak da okumak mümkün.

Çocukken yaşanmış, yetişkinken değerlendirilmiş anılar...

Filmde bir tecavüz mahkeme ediliyor, iki cinayet işleniyor, ama hepsi çocukların gözünden anlatılmış. Onlar ne kadarına tanık oldularsa o kadarıyla. Ayrıca cehaleti, yoksulluğu, ırkçılığı da işleyen ve hatta gerilimli sahneleri de olan bir filmin, bir yandan da bu kadar yumuşak ve sevecen olması çok şaşırtıcı. Bir değil, iki film izliyorsunuz sanki: Biri 1930'lar Amerikasının çirkin gerçekleriyle dolu, -yarattığı duygu itibariyle- sert bir yapım. Diğeri, küçük çocuk maceralarından oluşan sevimli bir eser. Ama ikisinde de aynı üst düzey bakış açısı var, Lee'den, Peck'ten ve Foote'den gelen bir olgunluk ve hümanizm...

Atticus, Anadolu'da yaygın baba modeline uygun biri. Duygularını açık etmez, çocuğunu dizinde hoplatmaz, şımartmaz. Kesinlikle otoriter. Özellikle bunu hedeflemiyor ama korkuyla karışık bir saygı görüyor evlatlarından.

Öte yandan, tipik Anadolu babasından çok da ileri: Çocuklarına bir fiske bile vurmuyor. Baskıcı değil, anlayan biri. Çok olgun. Herkesi doğru değerlendiriyor, uygun biçimde davranabiliyor. Çok kibar. Herkese karşı. Çocuklarına da. En iyi öğretme şeklini kavramış: Örnek oluyor...

Büyük bir öğretmen. Tüm kasabaya karşı, ama ille de çocukları için.

Ama öğrenmesini de biliyor. Çocuğundan da. Örneğin Boo hakkında kızının haklı olduğunu anladığı an, o konudaki gerçekliğini ve davranışlarını hemen değiştirebiliyor. 7 yaşındaki kızından hayata dair çok önemli bir şey öğrendiğinde, sanki “artık eşit” olduklarını belirtmek ister gibi çocuğu kaldırıp sandalyenin üzerine çıkarıyor, baba-kız aynı boyda oluyorlar böylece, belki de ilk kez aynı seviyede bakışabiliyorlar.

Çocuklarının üzerinde -onlara yararlı biçimde- otorite kurmakla, onların bireyselliğine saygı duymak arasındaki o zor dengeyi incelikle uyguluyor Atticus. Örneğin kendisine ön adıyla seslenmelerini dert etmiyor. 11 yaşındaki oğlu -filmin ikinci yarısında- iki kez dikleniyor babasına, kendi arzusunun farklı olduğunu dile getiriyor. Anlıyor adam, sözle değil, ama davranışıyla hak veriyor oğluna, onaylıyor.

Eşini kaybettiğinden beri kendini çocuklarına adamış. Ama o davayı üstlenmesi söz konusu olunca duraksamıyor. Linç kültürüne aşina bir kasabada yaşadığının bilincinde, bir beyaz kadına tecavüzle suçlanan bir zenciyi savunması yüzünden, çocukları da zarar görebilir. Buna rağmen tereddüt etmiyor, tüm süreç boyunca da -yüzüne tükürenler bile olmasına rağmen- kimseye boyun eğmiyor, prensiplerinden şaşmıyor. Kızına yaptığı açıklama çok yalın, ama mana bakımından derin: “Onu savunmasam kasabada başım dik dolaşamazdım. Sana ve Jem'e bile bir şeyi bir daha yapmamanızı söyleyemezdim.”

Eli silahlı bir kalabalığın karşısında durabilecek kadar cesur. Kasabanın en iyi nişancısı, ama elini silaha sürmüyor. Çünkü şiddetten hoşlanmıyor. Ve oğluna oyuncak tabancanın bile kötü bir seçenek olduğunu öğretmeye çalışıyor.

Sadece iyi bir baba değil Atticus, aynı zamanda çok büyük bir öğretmen...

Her yaştan seyirci için...

Ödülleri:
En İyi Erkek Oyuncu, Sanat Yönetimi (siyah beyaz) ve Uyarlama Senaryo dallarında Oskar ödülü; Film, Yönetmen, Görüntü Yönetmeni (siyah beyaz), Müzik ve Yardımcı Kadın Oyuncu (Mary Badham) dallarında adaylık
En İyi Erkek Oyuncu ve Müzik dallarında Altın Küre ödülü; Film (dram) ve Yönetmen dallarında adaylık
Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarıştı, Gary Cooper Ödülü kazandı.
Amerikan Yazarlar Birliği'nce yılın En İyi Yazılmış Dram Filmi seçildi
Ayrıca 7 ödül ve 4 adaylık.

Seçme replikler:
Atticus (kızına): Şu püf noktasını öğrenirsen kızım, her çeşit insanla iyi geçinebilirsin. Olayları onun bakış açısıyla değerlendirmedikçe bir insanı gerçekten anlayamazsın. Derisinden içeri tırmanmam ve içerde gezinmen lazım.

Atticus (çocuklarına): Babamın bana o silahı verdiği günü hatırlıyorum. Evin içindeki hiçbir şeye nişan almamamı, bunun yerine arka bahçede konserve kutularına ateş etmemi tercih ettiğini söyledi. Ama kuş peşine düşmenin kısa sürede çok çekici hale geleceğini ve vurabileceğim bütün alakargaları vurmakta serbest olduğumu söyledi. Ama bülbül öldürmenin günah olduğunu unutmamamı söyledi.
Jem: Neden?
Atticus: Sanırım bülbüller bizi eğlendirmek için müzik yapmaktan başka bir şey yapmadıklarından. Milletin bahçesinde zarar vermezler. Mısır haznelerine yuva yapmazlar. Hiçbir şey yapmazlar, sadece bize yüreklerini açıp şakırlar...

Meraklısına:
Amerikan Film Enstitüsü’nün hazırladığı listelerden: “100 Yıl 100 Film”de (2007) 25.; “50 Kahraman”da 1. (Atticus Finch); “En İlham Veren Filmler”de 2.; “Amerikan Efsaneleri”nde 12. (Gregory Peck), “En İyi Mahkeme Filmleri”nde 1. ve “En İyi Film Müziği”nde 17. sırada.
Amerikan Barolar Birliği Dergisi'nin En İyi 25 Mahkeme Filmi anketinde de birinci seçildi (2008). 

Romanın ününe ve Pulitzer kazanmış olmasına rağmen büyük Holivud stüdyoları sinema haklarını almakta isteksizlermiş. Kitapta aşk ve yeterince macera olmadığını, kötü adamın da büyük bir cezaya çaptırılmadığını düşünüyorlarmış. 70'lerden başlayarak “All The President's Man / Başkanın Bütün Adamları”, “The Parallax View / Parallax Esrarı”, “Sophie's Choice / Sophie'nin Seçimi”, “Presumed Innocent / Şüphe Altında” gibi önemli filmler yöneten Alan J. Pakula ise henüz çiçeği burnunda bir yapımcı imiş, başta Mulligan ve Peck olmak üzere insanları ikna eden o olmuş.

Peck teklifi aldıktan sonra bir oturuşta romanı okumuş ve bitirir bitirmez -örneğin James Stewart'ın “fazla liberal” bularak reddettiği bu projeye- olumlu yanıt vermiş. Yüreğiyle, her hücresiyle katılmış filme, iyi hazırlanmış, adeta Atticus olmuş. Örneğin mahkemede yaptığı 9 dakikalık konuşma tek çekimde kaydedilmiş.

Dill karakteri, Harper Lee'nin çocukluk arkadaşı, ünlü yazar Truman Capote'den yararlanılarak yaratılmış. Capote'nin yaşamından uyarlanan iki filmde de Lee ana karakterlerden biriydi, “Infamous / Gerçeğin Peşinde”de Sandra Bullock ve “Capote”de Catherine Keener, Lee'yi canandırdılar.

“The Chase / Kaçaklar”, “The Godfather / Baba”, “THX 1138”, “Network / Şebeke”, “Get Low / Büyük Sır” gibi filmlerden tanıyabileceğiniz usta oyuncu Robert Duvall'ın ilk sinema filmi... Romandaki tarifinden albino olduğu anlaşılan Boo Radley rolü için seçilen Duvall, oynadığı karakter yıllarca evde kapalı tutulduğu için 6 hafta boyunca güneşe çıkmamış ve saçını sarıya boyatmış. Muhteşem performansında bunların da payı var.

Film çekildiğinde 10 yaşında olan Badham, Oskar'a aday gösterilen en genç oyuncu olmuş, talihe bakın ki o daldaki Akademi Ödülü o yıl “The Miracle Worker / Karanlığın İçinden” filminin 16 yaşındaki oyuncusu Patty Duke'a verilmiş.

Sevgili Kutsi Akıllı dikkatimi çekti: "Mockingird" kelimesinin dilimizdeki karşılığı bülbül değil, alaycı kuş. Zaten bülbüle Amerika kıtasında pek rastlanmıyor, alaycı kuş ise özellikle romanın geçtiği bölgede çok yaygın. Alaycı kuş Batı kültüründe sembol olarak da kullanılıyor, Şekspir sonelerinden Rock şarkılarına geniş bir repartuar var onunla ilgili. Anlaşılan eser dilimize çevrilirken sembolik anlamı açısından kültürümüzdeki en yakın karşılık uygun görülmüş.

To Kill A Mockingbird / Bülbülü Öldürmek
Yönetmen: Robert Mulligan
Senaryo: Horton Foote (Harper Lee'nin aynı adlı romanından)
Yapımcı: Alan J. Pakula
Oyuncular: Gregory Peck (Atticus Finch), Mary Badham (Scout), Phillip Alford (Jem), Frank Overton (Şerif Tate), Brock Peters (Tom Robinson), Estelle Evans (Calpurnia), Robert Duvall (Boo Radley), James Anderson (Bob Ewell), Collin Wilcox Paxton (Mayella Violet Ewell)
1962 ABD yapımı, 129 dakika, siyah beyaz.
DVD firması: As Sanat

11 Haziran 2011 Cumartesi

Oyum Kime

IMDB: 6.1
All Movie: 2.5/5 yıldız
Manalı Filmler: 8.0

Bir proje bu kadar mı doğru tasarlanır?..

“Oyum Kime” bir başyapıt değil kuşkusuz, ama çok doğru yapılmış bir film. Her profesyonel sinemacının imrenebileceği denli akıllıca düşünülmüş, ustaca geliştirilmiş, düzgün bir iş.

Üstelik hem ahlaklı, hem manalı…

Bir kısa hikayesinde Asimov, tek vatandaşın oyuyla gerçekleştirilen bir seçimi anlatır, yani Başkan değil, vatandaş seçilir, onun ülkedeki hayatla ilgili yüzlerce soruya verdiği yanıtlar, görmek istediği yönetimin özelliklerinin anlaşılmasını sağlar, bu özelliklere uygun parti iktidara gelir.

Bu film o hikayeden uyarlanmamış, ama ana fikri benziyor. Sanki Asimov’un öyküsüyle ABD’de 2000 seçimlerinde yaşananları sentezleyip bu film hikayesini yazmışlar (O yılki seçim, hayli başarılı bir film olan “Recount / Oyun”da ayrıntılı biçimde anlatılmıştı)…

Başkan’ın bir eyaletin (New Mexico) oylarıyla belirleneceği ortaya çıkar. O eyalette de oylar eşittir, ama Bud’ın elektrik kesintisi yüzünden oy verme işlemini tamamlayamadığı anlaşılır. Eyalet yasaları gereği devlet oy kullanma işlemini yinelemek zorundadır, yani yeni yönetimi Bud tek başına belirleyecektir. ABD’nin geleceği, tembel, sorumsuz ve fena halde cahil bir adam olan Bud’ın ellerindedir ve tabii ki Bud, tüm gözlerin üzerine çevrilmesinden, her iki Başkan adayının da onun ağzına bakmasından, her arzusunun gerçekleştirilmesinden çok mutludur; “birisi” olmanın keyfini doyasıya yaşamaya başlar.

Filmin asıl kahramanı Bud’un 11 yaşındaki kızı Molly. Büyümüş de küçülmüş. Babasından daha zeki, daha olgun ve kesinlikle sorumluluk sahibi. Aslında babasının yerine oy vermeye giden de o; salona sızıyor, makineye ulaşıyor, elektriğin kesilmese başaracak… Kız babasının oyunun boşa gittiğine üzülürken, karşılarına muhteşem bir hayat dersi çıkıyor: En çok da kızının varlığı ve kişiliği sayesinde Bud, giderek sorumluluk bilinci ediniyor, eriştiği benzersiz pozisyonu ülkesine ve insanlara yararlı olacak biçimde kullanmanın yollarını aramaya başlıyor…

“Oyum Kime” hayli eğlenceli bir ana akım filmi. IMDb vb sitelerdeki puanının bu kadar düşük olmasının temel nedeni ABD’yi ağır eleştirmesi, adına demokrasi denen oyunun perde arkasını sergilemesi ve sistemi deşifre etmesi. John F. Kennedy, George Washington ve Abraham Lincoln’a gönderme yapması boşuna değil; hele de filmleri doğru okuyanlar için yeri belli: Kesinlikle muhalif ve çok sert konuşuyor.

Gişe kaygıları yüzünden o dil komediyle dengelenmeye çalışılmış. Senaryo yazarı ve yönetmen daha usta ve yetenekli olsalar, o zor dengeyi daha iyi tutturabilir, çok daha başarılı bir işe imza atabilirlerdi. Costner ve “Flipped”de de harika oynayan Carroll da dahil olmak üzere, belli başlı tüm rollerdeki oyuncuların birbirinden değerli performansları, Richman-Stern ikilisinin başarısızlığını daha da belirgin kılıyor.

Yine de bu film seyredilmeli. Çünkü ana teması ve yaklaşımı bakımından eleştirdiği her şey güzel memleketimizde de aynı biçimde yaşanıyor.

Swing Vote / Oyum Kime
Yönetmen: Joshua Michael Stern
Senaryo: Jason Richman, Joshua Michael Stern
Yapımcılar: Kevin Costner, Jim Wilson
Oyuncular: Kevin Costner (Bud), Madeline Carroll (Molly), Paula Patton (Kate), Kelsey Grammer (Başkan Andrew), Dennis Hopper (Donald), Nathan Lane (Art), Stanley Tucci (Martin)
2008 ABD yapımı, 120 dakika
Gösterim tarihi: 12 Eylül 2008
DVD firması: Sony BMG Home Video.

7 Haziran 2011 Salı

Bizatihi Şey


Manalı Filmler: 8,0

Proje danışmanlığını usta yönetmen Nesli Çölgeçen’in (“Züğürt Ağa”, “Son Buluşma”) üstlendiği bu öğrenci filmi başarılı, manalı ve de hayli sevimli.

Murat İncedemir sinemanın temel prensiplerini gayet iyi bellemiş: Felsefi yönü güçlü bir öykü anlatıyor, anlatım araçlarını yerli yerinde kullanıyor, ayrıca eserini ne sulandırıyor, ne de abartıyor; sakin ve dengeli bir yaklaşımı var. Animasyon bölümler de filme ustaca yerleştirilmiş.

Filmin tek kusuru, Öğrenci’nin tam önüne gökten bir defter düştüğünü gördüğünde buna hiç şaşırmaması. Maalesef İncedemir, ana karakterinin defteri inceledikten sonraki tepkisini de vermiyor. Herhalde bu seçimlerin, finalin dramatik etkisini daha da artıracağını düşünmüş.

İncedemir’in hınzır denebilecek bir yaklaşımı var, özellikle filmin fantastik yönünü nasıl işlediğini düşünürsek. Öte yandan şaşırtıcı derecede bilge ve olgun; kısacık bir kısa filmde ahlak tartışması yapmış, konuyla ilgili kendi duruşunu gayet net bir şekilde filme yerleştirmekten de çekinmemiş.

İzlemek için tıklayınız

Ödülleri:
4. Kristal Klaket Film Yarışması En İyi Film Ödülü
1. Kısafest Ahmet Uluçay Özel Ödülü
11. Marmara Üniversitesi Uluslararası Kısa Film Yarışması Juri Özel Ödülü
2. İTÜ Kısa Film Festivali En iyi Senaryo Ödülü

Bizatihi Şey
Senaryo ve yönetim: Murat İncedemir
Oyuncular: Altan Yücel (öğrenci), Suat Temel (Öğretim üyesi)
2010 Türkiye yapımı, 2 dakika 38 saniye