Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

13 Ekim 2011 Perşembe

Sibirya Ekspresi

Film boyunca ilerleyen ana izlek ise “şuur”, yani yaşama ilişkin bilinç, hayatın tüm olumsuz taraflarının da farkında ve bilincinde olarak, ama saflığını yitirmeden, rastladığın her şey ve herkese şefkatle yaklaşarak yaşamak…

IMDb: 6.8
Meta Critic: % 72
Manalı Filmler: 8.0

Öncesinde 5 uzun metrajı vardı, ama Brad Anderson’ı dünyaya tanıtan “El Maquinista” (2004) oldu. Bağımsız filmler çeken bir yönetmen için rüya gibi bir projeydi “Makinist”, çok ilgi gördü, epey konuşuldu. Ve fakat ana konu, başrolü üstlenen Christian Bale oldu, rolü için 30 kilo zayıfladığı vs yazıldı çizildi, Bale’in oyunculuk başarısı geri kalan her şeyi gölgede bıraktı. Oysa “Makinist” Anderson’ın sinemasal bir dünya yaratma yeteneğini de gösteren bir filmdi. Ayrıca varoluşçuluğa ilgi duyduğu anlaşılıyor, oyuncu yönetimi, ışık, film ritmi ve kurguya olağanüstü hakimiyeti dikkat çekiyordu. Yönetmenin hayranlık duyduğu iki dev sanatçıya, Hitchcock ve Dostoyevski’ye yaptığı göndermeler de önemliydi, özellikle Dostoyevski etkisi yoğundu filmde: Bale’in canlandırdığı Trevor’ın, “Budala”yı okuduğu görülüyor, yan hikayelerden biri “Öteki”nin izinden gidiyor, suç ve vicdan azabı temalarına odaklanan ana öykü, “Suç ve Ceza”nın kalite ve lezzetine ulaşmaya çalışıyordu.

Sonuçta Anderson, çok düşük bütçeyle tipik Hitchcock eserleri yapısında bir film kurma başarısıyla ünlendi: Sıradan ve masum bir insanın kendini içinde bulduğu, sıra dışı, tehlikeli, çoğunlukla ölümcül yönleri olan, kontrol edemediği, hatta anlayamadığı, gerilimli bir maceradan sağ kurtulma çabası… 1970’lerde “Three Days of the Condor / Akbabanın Üç Günü” gibi politik gerilimler ve 80’lerde “Die Hard / Zor Ölüm” serisi gibi eserlerin öncülüğüyle bu yapı ciddi bir evrim geçirmiş, ama temel özelliği gene de değişmemişti: Maceranın kökeni “dışarısı” idi; ana kahramanımız, kendisiyle hiçbir ilişkisi olmayan, “kirli” bir dünyaya girmek zorunda kalır, birtakım kötü niyetli adamların yol açtığı bir fırtınada savrulurdu. “Makinist”in film teorisi açısından devrimci sayılması gereken yönleri, Dostoyevski temalarıyla ilişkiliydi: Macerayı başlatan dış değil, iç dünya idi, daha doğrusu “dışarıda” olup bitenlere karşı “içerde” yaşanan tepki… Ayrıca ana kahraman masum biri değil, vicdan azabından muzdarip bir anti-kahraman idi…

Yönetmenin yeni filmi “Transsiberian”, gene Hitchcock ve Dostoyevski etkileri belirgin olsa da, ilk bakışta “Makinist”e hiç benzemiyor, büyük bölümü Çin ve Rusya kırsalında ilerleyen bir trende geçen, büyük bütçeli, gösterişli macera sahnelerine de yer veren bir film var karşımızda. Öte yandan “Sibirya Ekspresi”, temaları itibarıyla, tipik bir Brad Anderson filmi…

Film hakkında kalem oynatan neredeyse herkesin “Strangers on a Train”, “A Lady Vanishes”, “North By Northwest” gibi klasik Hitchcock filmlerini anımsaması çok doğal, ama filmin “bağımsız yapım” olduğunu atlamamak gerekiyor. Dünya sinemasını yakından izleyen herkes bilir ki “Makinist” gibi bir filmi yapmayı başaran bir yönetmene Holivud’un kapıları ardına kadar açılır, hemen ertesi yıl, yüksek bütçeli ve -genelde- abuk sabuk bir gerilim-aksiyonun afişinde adına rastlanır. Brad Anderson bağımsız kalmayı tercih etti, bunun bedelini de ödedi, bir sonraki filmini gerçekleştirebilmesi yaklaşık 3 yıl sürdü ama, değerdi, özgürlüğünü koruması ve kendine özgü bir film yapması ancak bağımsız kalmasıyla mümkün olabilecekti.

Holivud, hele de başarıyla modernize edilebilmişse klasik Hitchcock yapısındaki senaryoları çekmeye hep meyillidir, ama Dostoyevski temalarıyla uzlaşması neredeyse imkansızdır. Hele de yüksek bütçeli filmlerde Holivud için hareket önemlidir, psikolojik ve felsefi derinlik sağlamak amacıyla maceranın ritminin düşürülmesine sıcak bakmaz. Anderson ise asıl bunlarla ilgileniyor: Kendi dışındaki dünyanın pisliği ve yozlaşmış kişilikleriyle karşılaşan ana karakterin nasıl değiştiği ve (küreselleşen) “kirli” dünyada nasıl var olunacağı sorunsalıyla… Verdiği röportajlarda, Ben Kingsley’in canlandırdığı Grinko karakterinin “Suç ve Ceza”daki müfettişten hareketle yaratıldığını söylüyor, zaten bu esinlenme çok belirgin, ama “Sibirya Treni”, içeriği açısından “Budala”nın temalarına daha yakın. Ve “Suç ve Ceza”nın ikinci cildine, yani “suç” değil, “ceza” kısmına, “ruhun arınması” (ve huzura kavuşma) temasına... Filmin ikinci, ana kahramanlar Roy ve Jessie’yi ilk gördüğümüz sahnesinde masumiyet ve şefkat temalarına vurgu yapılması çok anlamlı, nitekim öykünün tüm virajları Jessie’nin, -çok sonraları edindiği- etik değerlerini ve huzurunu koruma çabası, istemeden suç işlemesi ve vicdan azabı çekmesi sayesinde oluşuyor. Özellikle finalde, -hissettiği şefkatin sonucu olarak- macera sırasında epey zarar gören Abby’nin bir tür tazminat almasını sağlaması, böylece kendi kefaretini de ödemesi, yine Dostoyevski evreniyle paralellikler taşıyor. Hikayenin tüm iniş çıkışları arasında, bu saydığım temalarla beraber, tüm film boyunca ilerleyen ana izlek ise “şuur”, yani yaşama ilişkin bilinç, hayatın tüm olumsuz taraflarının da farkında ve bilincinde olarak, ama saflığını yitirmeden, rastladığın her şey ve herkese şefkatle yaklaşarak yaşamak…

Sonuç olarak Anderson’ın ilk yüksek bütçeli, ana akım filmi olan “Sibirya Ekspresi”, hem benzerlerinden bir hayli farklı, hem de her şeyiyle o kadar başarılı ki yönetmen aynı çizgiyi sürdürmeyi uygun görürse, 4-5 yıl-film sonra “tipik Anderson yapısı”ndan söz etmek mümkün olabilecek.

Sinema, Ocak 2009

Transsiberian / Sibirya Ekspresi
Yönetmen: Brad Anderson
Senaryo: Brad Anderson, Will Conroy
Yapımcılar: Julio Fernández, Todd Dagres
Oyuncular: Woody Harrelson (Roy), Emily Mortimer (Jessie), Ben Kingsley (Grinko), Kate Mara (Abby), Eduardo Noriega (Carlos)
2008 Almanya, İngiltere, İspanya, Litvanya ortak yapımı, 111 dakika Gösterim tarihi: 19 Aralık 2008
DVD firması: Rema Film / D Productions

1 yorum:

  1. keşke bizde de bağımsız sinemacılar olabilse... gişe düşünmeden film yapabilsek:)

    YanıtlaSil