Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

6 Eylül 2011 Salı

Gözlerimi De Al

Bu film kocasından dayak yiyen bir kadının hikayesi değil; ilişkilerinin merkezinde şiddetin yer aldığı bir çiftin değişme ve barış içinde bir arada yaşamayı öğrenme çabalarının hikayesi. Tam da bu yüzden değerli

IMDB: 7.0
Rotten Tomatoes: % 91
Manalı Filmler: 8.5

Her şiddet eylemi bir yardım çığlığıdır aslında...

Iciar Bollain'in yönettiği "Gözlerimi De Al" bu gerçeği iyi ifade ediyor.

Filmin zalim kocası Antonio'nun devam ettiği terapi grubunda küçük bir canlandırma yapıyorlar bir gün. Adam içeri giriyor, karısına ilk sözü: "Yemek hazır mı?" oluyor. Terapist gruptaki 8-10 erkeğe başka bir açılış cümlesi önermelerini söylüyor, kimseden çıt çıkmıyor. Sonunda Antonio "Merhaba, günün nasıl geçti?" demesini öneriyor. Canlandırmada koca rolünü üstlenen adam bu kez de: "Merhaba, günün nasıl geçti, yemek nerde?" diyor.

Trajik, değil mi?

Sadece karılarıyla değil, kimseyle samimi bir diyalog kurmayı bilmiyorlar, kendilerini ifade edemiyorlar. Hep savunmadalar, hep mesafeliler. Tam da bu yüzden şiddete başvuruyorlar. İletişimin başka biçimlerini kullanabilseler böyle davranmazlardı ki.

Antonio'ya psikologun dediği gibi, hedefleri yok, yaşamlarını kendi seçimleriyle şekillendiremiyorlar, hep dayatmalara maruz kalmışlar, zorunluluklara boyun eğmişler.

Kişilikleri gelişmemiş.

Bu nedenle karılarının kişiliğinin gelişmesinden, dışa açılmasından, toplumda saygı görmesinden çok korkuyorlar. Onları baskı altında tutmaya çalışmalarının sebebi bu.

Terapiye katılanlardan biri anlatıyor: "Hoşuma gidiyordu bu durum. Bana saygı duyuyordu. Ben evdeyken sessiz oluyordu. Çok sonra fark ettim, aslında benimleyken korkudan ödü patlıyordu. Kişiliğini yok etmiştim."

Bu yok edici tavrın altında yatan korkuyu Antonio çeşitli biçimlerde dile getiriyor filmde. Terapistine, karısı olumlu yönde değişirse artık onunla kalmayacağından korktuğunu anlatıyor. Pilar'a onsuz yaşayamayacağını söylerken ciddi. O kadar ki, evi bu kez geri dönmemek üzere terk edeceğini anladığında karısının gözlerinin önünde bileklerini kesmeye kalkışıyor.

O kadar çaresiz.

O kaba saba görünümün altında yardıma muhtaç bir çocuk yatıyor.

Pilar kadar çaresiz bir çocuk...

Bir filmde dendiği gibi: "Bu kadar korkan biri zararsız olamaz..." Antonio da sevdiklerine zarar veriyor. O ve benzerlerinin uyguladıkları şiddetin, kıskançlık nöbetlerinin altında hep aynı korku var aslında: Kaybetme korkusu.

Yani kendi yetersizlikleri. Özgüvensizlikleri. Kendilerinin değersiz olduklarına ilişkin sarsılmaz bir inanca sahip oluşları.

Antonio karısına gününün nasıl geçtiğini sormayı akıl edebiliyor, ama onun da şartları var: Pilar'ın günü "zararsız" biçimde geçtiyse iyi, örneğin Madrid'de çalışmaya karar verdiyse kötü. Çünkü Antonio o koca kentte kendisinin iş bulamayacağından, ezileceğinden, kaybolup gideceğinden korkuyor. Pilar'ın "Bir sürü iş yapabilirsin, sen çok yeteneklisin" cümlesini yanıtsız bırakıyor, ne desin, kendisi inanmıyor ki yetenekli olduğuna. Kendisini alt tarafı buzdolabı satan bir adam olarak görüyor.

O yüzden bir yardım çığlığıdır karısına attığı tokatlar...

Ve tam da o davranış biçimi sevgiyi yok eder, yardımı engeller...

"Gözlerimi De Al" Antonio gibilerin içinde debelendikleri kısır döngüyü iyi anlatıyor.

Sürekli eziliyorlar, yaşamın kenarında kalmışlar. Dünya onları hiçe sayıyor. Erkek kardeşinin Antonio'yu ailenin önünde "Bir de başımıza mimar kesildin" diyerek aşağılaması, Pilar'ın "Artık kendimi göremiyorum. Kim olduğumu bulamıyorum" demesi kadar trajik...

Ezildikçe eziyorlar. Hınçlarını karılarından çıkarıyorlar. Ve çocuklarından. Güçleri sadece onlara yetiyor çünkü...

Bu film kocasından dayak yiyen bir kadının hikayesi değil; ilişkilerinin merkezinde şiddetin yer aldığı bir çiftin değişme ve barış içinde bir arada yaşamayı öğrenme çabalarının hikayesi. Tam da bu yüzden değerli.

Sadece Pilar'ın değil, Antonio'nun da aslında bir "kurban" olduğunu gösterdiği için. O maço erkeklerin dünyasına içeriden bir bakış atabildiği için. Atalarından (örneğin Pilar'ın annesinden) aldıkları mirası ve geleceği de aynı biçimde inşa ettiklerini (örneğin Antonio'nun oğluna davranış biçimi) sergilediği için.

Ayrıntıların önemi
Hikayesini, sakin sakin anlatıyor Iciar Bollain. Köpürtmüyor, seyircinin duygularını kabartacak numaralara baş vurmuyor. Öykü çok elverişli olmasına rağmen şiddet dolu sahnelerden kaçınıyor. Örneğin rahatlıkla Antonio'nun Pilar'ın ağzını burnunu dağıttığı, oğlanın annesine sarılıp ağladığı, babasına vurmasın diye yalvardığı birkaç sahne koyulabilirdi filme, ama yok, onun yerine aslında karısını sevdiğini gösteren sahneler var, öfkesini kontrol etmeye çalıştığını, değişmek için gerçekten uğraştığını, ama özellikle Pilar müzedeki işinde başarılı olmaya başladıktan sonra olup bitenlerle başa çıkamadığını izliyoruz.

Pilar'ı onun kendisini terk etmesinden ölesiye korktuğu için yitirdiğini, yani kendi korkularının ve sevgiye teslim olamayışının kurbanı olduğunu...

Pilar'ın kendini geliştirmek ve ilişkilerini yeniden -küllerinden- yaratmak konusundaki başarısını Antonio'nun gösterememesinde kendini bırakamamasının etkisi büyük. Pilar kadın olduğu için daha kolay veriyor kendini, daha uyumlu, sevgiye teslim olmayı daha iyi beceriyor. "Gözlerimi de al" diyebiliyor... Antonio erkek, maço yetiştirilmiş, feminen özellikler geliştirmekte zorlanıyor. Kendini bırakmak dürtüsü, sahip olması gerektiğini düşündüğü "güçlü, koruyan, sahip çıkan aile reisi" imajıyla çelişiyor.

Tüm bunları klişelerden uzak durarak, gerçekçi portreler çizerek ve ayrıntılara inerek anlatıyor "Gözlerimi De Al"; bir kadının ayağında terliklerle evi terk etmesindeki trajediyi anlayabilen seyirciye sesleniyor.

Bollain dokunaklı bir hikaye anlatırken hemen tüm gücünü iyi çalışılmış senaryosundan ve güçlü oyunculuklardan alıyor... Laia Marull'un eriştiği başarıyı kelimelerle ifade etmek zor, Pilar'ın umutlarını, korkularını, her şeye rağmen kocasına duyduğu sevgiyi iyi anlatmış, filmin genelinde inanılmaz bir oyunculuk düzeyi yakalamış. Luis Tosar gayet inandırıcı, oğulları Juan'ı canlandıran hüzünlü yüzlü Nicolas Fernandez Luna ise bir kasting harikası...

Hikayesini anlatırken film kapsamını, Pilar'ın kız kardeşi, annesi ve sürekli erkeklerle ilişkilerinden bahseden müze çalışanları aracılığıyla kadınlara, Antonio'nun erkek kardeşi ve grup terapisine katılanlar aracılığıyla da erkeklere doğru genişletiyor.

Herhangi bir kadın ve erkek arasında yaşanmıyor bunlar; belki de tüm kadınlar ve erkekler arasında yaşanıyor.

Yüzyıllardır...

Bu yüzden vahim.

Pilar'ın kocasını şikayete gittiği karakolda dediği gibi: "Yara çok derinde..."

Film+, sayı: 4, Temmuz 2005

Ödülleri:
39 ödül, 17 adaylık

Take My Eyes / Te doy mis ojos / Gözlerimi De Al
Yönetmen: Iciar Bollain
Senaryo: Iciar Bollain, Alicia Luna
Yapımcılar: Santiago Garcia de Leaniz, Enrique Gonzalez Macho
Oyuncular: Laia Marull (Pilar), Luis Tosar(Antonio), Candela Pena (Ana), Rosa Maria Sarda (Aurora), Kiti Manver (Rosa), Sergi Calleja (terapist)
2003 İspanya yapımı, 109 dakika
Gösterim tarihi: 10 Haziran 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder