Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

19 Ağustos 2011 Cuma

Dövüş Kulübü

Fincher’a göre sağlam temel bilgidir. Bilgi insana kendi gücünü öğretir, aslolan da budur, çünkü birey sistemin/toplumun dayatmalarına sadece içindeki gücü kullanarak karşı çıkabilir

IMDB: 8,8 (14. sırada)
Rotten Tomatoes: % 81
Manalı Filmler: 9,5

David Fincher ölmüş olsa ve “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorsalar, birbiriyle çelişen sıfatlar kullanırdım: “Parlak bir yetenekti. Bize ayna tutardı. Tehlikeli bir adamdı. Şakacı bir çocuktu. Önemli bir sinemacıydı. Çok duyarlıydı. Seyircisine oyun oynamaktan hoşlanırdı. Müthiş analizler yapardı. İnsanları çok severdi. Gerilla ruhu taşırdı. Hollywood’dan çıkan son ‘auteur’dü. İnsafsızdı. Entelektüeldi. Depresifti. Ona hâlâ çok seviyorum.”

Fantezi bu ya, “Peki ya ‘Dövüş Kulübü’ nasıldı?” diye de sorsalar tek cümleyle yanıtlardım: “Tam bir David Fincher filmiydi.”

“Alien 3”, “Se7en / Yedi” ve “The Game / Oyun”, kendi reji tarzını geliştirmiş, öykü anlatmayı iyi bilen, atmosfer kurmakta becerikli bir yönetmenin ürünleriydi. Fincher özellikle “Yedi”de, çağdaş uygarlığa ilişkin düşüncelerini ortaya koydu, “lider ülke” ABD’nin kimi açılardan cehennemden farksız olduğunu savundu, gurur duyulan ekonomik ve siyasal gelişmelerin sıradan bireyler üzerindeki etkisinin korkunç olabileceğini gösterdi.

“Dövüş Kulübü” ise yönetmenin kimi -bilmediğimiz- yönlerini deşifre ediyor, anlattığı öykü ve karakterleriyle (Flaubert’in “Madame Bovary benim” dediği anlamda) ciddi bir özdeşleşme içinde olduğunu gösteriyor. Fincher yine bir bireyin, sistemin şekillendirdiği toplumla ve hayatla ilişkisinin yeniden tanımlanması sürecini anlatıyor ama bu kez çok daha serbest bir stil kullanıyor, yeni öyküleme teknikleri geliştiriyor, Müfettiş’in Tyler’ı tanıttığı sahnelerde belgesel üslubuna geçip araya sıkıştırdığı diğer sinemaya dair esprilerle de seyircisini oyuna katılmaya davet ediyor.

Bu çağrıyı kabul edip Fincher’ın da Tyler’vari bir tutumla kendi filmine porno parça koymasından keyif almak mümkün, filmi sadece kimi bölümleriyle değerlendirip faşizm söylemini geliştirdiğini iddia etmek de… Yönetmenin, adeti olduğu üzere bize tuttuğu aynadan kendimize dair bilgiler edindiğimiz için mutlu da olabiliriz, aynayı parçalama isteğiyle de dolabiliriz. Oraya buraya bomba koymayı savunduğunu varsaymak da bize kalmış, iyi yönetmenlerin mesaj vermek gibi bir dertleri olmadığını düşünüp Fincher’ın sorularını ciddiye almak da.

Bu filmin soruları çok ve hayli de ilginçler. Örneğin Tyler Müfettiş’e diyor ki: “Babamızı Tanrı yerine koyduk ve o bizi terk etti; öyleyse Tanrı’ya ne oldu?”. Başka sorular da var: “Ülkemizi seviyorduk. Amerikan rüyası yalan çıktı. Üstelik proletarya da devrimci işlevini yitirdi. Öyleyse toplumu hangi sınıf dönüştürecek? Hizmet sektörü çalışanları ve beyaz yakalılar mı? Eğer onlarsa, kullanacakları yöntemler tarihteki örneklerden ne kadar farklı olur? Öfkeleri daha mı büyüktür?”

Fincher’ı asıl ilgilendiren bireyin tüm bunlar ortasındaki konumudur. Herkesin seçme şansı vardır, veteriner olma idealini yaşam koşulları yüzünden bir yana bırakıp bir markette çalışmak da yeğlenebilir, böyle davranan kişileri enselerine silah dayayıp ideallerine sarılmaya zorlamak da.

Seçim şansını kullanabilmek seçenekleri görebilme becerisine, bu da kişinin kendini ve yaşamı ne kadar tanıdığına bağlıdır. “Yedi”nin finalinde Brad Pitt, filmin asıl kişisi Morgan Freeman’ın engelleme çabalarına rağmen seri katilin oyununa gelmiştir çünkü hayatı sağlam bir temel üzerine inşa edilememişti.

Fincher’a göre sağlam temel bilgidir. Bilgi insana kendi gücünü öğretir, aslolan da budur, çünkü birey sistemin/toplumun dayatmalarına sadece içindeki gücü kullanarak karşı çıkabilir, içine kıstırıldığı tuzaktan ancak bu yolla kurtulabilir. Bu yüzden Michael Douglas’a “oyun” oynanmış, sahip olduğu her şeyi geri alabilmesi için “dövüşmeye” zorlanmıştır. Ders yalındır: Yaşamına sahip çık, canlan, hayata aktif olarak katıl, pasif kalırsan yok olur ya da edilirsin.

“Dövüş Kulübü” baş kişi Müfettiş’in benzer bir öğrenme sürecinden, kendi öğretmenini bizzat yaratarak geçişinin öyküsüdür.

Alt ben Tyler sahneye çıkmadan hemen önce Müfettiş bir Yeni Çağ’cı toplu meditasyon seansına katılır, kişilerin kendilerini tanımalarına yardımcı olması amacıyla geliştirilmiş “güç hayvanı” tekniğini uygular: Buzlarla kaplı mağara onun hem kendini, hem de çevresindeki dünyayı algılama biçimini simgeler. Mutlu olmak istiyorsa güç hayvanı pengueni örnek alıp çevresindeki yaşama uyum sağlayabilecek biçimde evrimleşmiş, kendisiyle kavgasız, evrenle barışık bir varlık haline gelmesi, benzer dertlerden muzdarip bir kıza benzeyen Marla’yla işbirliği yaparak diğer insanları sevmeyi öğrenmesi gerekmektedir.

Son 15 yılda epey yaygınlaşan Yeni Çağ felsefesi de bunu savunur, bir zamanlar Nietszche de “Amor fati” demiştir. Kişinin kaderini sevebilmesi uzlaşmayı gerektirir. Fakat Fincher zaten iyi bir analizci ve uslanmaz bir şakacıdır: İnsanın içindeki kötü tarafı temsil eden Mr. Hyde’dan kurtulmak için Dr. Jekyll’ın kendini öldürdüğü noktaya gelir, biz orada durmasını beklerken devam eder, filmini şu cümleyle bitirir: “Tyler ölmedi, içimizde yaşıyor!”

Sinema; Sayı: 59, Ocak 2000

Ödülleri:
4 ödül ve 15 adaylık

Meraklısına:
Afiş için hazırlanan sloganlardan biri şöyle: “Tüm ümidini yitirmek özgürlüktür”

Fight Club / Dövüş Kulübü
Yönetmen: David Fincher
Senaryo: Jim Uhls (Chuck Palahniuk’un aynı adlı romanından)
Yapımcılar: Art Linson, Cean Chaffin, Ross Grayson Bell
Oyuncular: Edward Norton (Müfettiş), Brad Pitt (Tyler Durden), Helena Bonham-Carter (Marla Singer), Meat Loaf Adey (Robert Paulson), Jared Leto (Angel Face)
1999 ABD, Almanya ortak yapımı, 139 dakika
Gösterim tarihi: 10 Aralık 1999
DVD firması: Tiglon / 20th Century Fox

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder