Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

24 Temmuz 2011 Pazar

Çarpışma

Senaristler içinde yaşadıkları toplumun geçirmekte olduğu süreci iyi irdelemiş, akıllıca resmetmişler. Hanson'ın tüm prensiplerinden bir anda vazgeçip kendini kurtarmak için arabasını (cinayet mahallini) ateşe vermesi, bu dokunaklı örtbas çabası, ABD'nin Irak'ta yaptıklarının bir resmi gibi adeta

IMDB: 8,0
Rotten Tomatoes: % 76
Manalı Filmler: 8,5

Paul Haggis insanın içini acıtan bir ABD tarifi yapıyor.

"Magnolia / Manolya" kadar hüzünlü, yer yer "Happiness / Mutluluk"un sert bakış açısını da yakalayan bir tarif bu ve en az "American Beauty / Amerikan Güzeli" kadar dramatik. Öykülerinin birleşiminden doğan cümlelerin içerdiği anlam açısından ise yukarıda andığım benzerlerinden çok daha ileri ve önemli.

Los Angeles'ta yolları/yaşamları bir günde kesişen bir grup insanın hikayesini anlatan "Çarpışma"nın benzerlerinden farkı, 2004 yapımı olması. Yani filmde anlatılan hikayeler İkiz Kuleler saldırısından sonra yaşanıyor. Yine kendilerinin yaptığı filmlerden hareketle "Özgürlükler Ülkesi"nden ziyade "Korkular Ülkesi"ne benzediğini zaten bildiğimiz ABD artık adamakıllı paranoya cehennemine dönüşmüş. Bu ruh hali filmde çeşitli hikayelerde vurgulanıyor: Başarılı bir TV yönetmeni, yolda kendisini durduran polisin -aramak bahanesiyle- karısı Christine'i taciz etmesine seyirci kalıyor; İspanyol çilingirin 5 yaşındaki kızı pencereden bir merminin girebileceğinden korktuğu için yatağının altına sığınıyor; cadde ortasında silah tehdidiyle arabaları gasp edilen Bölge Savcısı'nın karısı, sırf çilingirin tipini beğenmediği için evin tüm kilitlerinin aynı gece içinde ikinci kez değiştirilmesini istiyor vs. İki sahnede ise paranoya doruk noktasında: Meslektaşının ırkçı tavırlarından rahatsız olan -ve genelde iyi bir insana benzeyen- genç polis memuru Hanson, arabasına aldığı zenci delikanlıyı silah çıkardığını sandığı için çekip vuruyor. Kaza yapan ve belki de az sonra patlayacak olan arabanın altında sıkışmış durumda kalan Christine'in yardıma o tacizci polis memurunun geldiğini görünce yaşadığı panik ise filmin en etkili anlarından biri. Kadın adamdan öylesine korkmuş ve tiksinmiş ki kendisine dokunmasındansa orada öylece bırakmasına razı.

Haggis'in tarifine göre herkes yabancılardan korkuyor, konu ABD olunca bu, herkes herkesten korkuyor anlamına geliyor. O kişilerin gerçekte nasıl insanlar olduklarını kimse merak etmiyor, anlamaya çalışmıyor, nefret edip uzak durmaları için yabancı olmaları yeterli. Beyazların kendi ırkına yaptıkları muameleden rahatsızlığını her fırsatta belirten zenci genç için yanlışlıkla çarptığı yaşlı adam bir Çinli, alt tarafı bir çekik gözlü, tam da bu yüzden kendisinden aşağı bir varlık, yol ortasında yaralı bırakılabilir. Kimliği belirsiz saldırganlar için tahrip ettikleri dükkanın İranlı sahipleri Arap. (Dükkan sahibinin yaşlı eşinin duvarları silerken "İranlılar ne zaman Arap oldu?" diye şaşırması ne kadar dokunaklı.) Beyazlar zencilerden, WASP'lar örneğin Latin Amerikalılardan nefret ediyor ve dehşetli korkuyorlar.

Tam da bu korku yüzünden yollarına çıkan herkese kolayca zarar verebiliyorlar. Caddelerde birer el bombası gibi tıngır mıngır yuvarlanıyorlar, artık kime denk gelirse. İranlı adamın sigortadan para alamamasının hıncını çilingirden çıkarmaya çalışması ve bu uğurda bir kız çocuğunun canını almasına ramak kalması çevreye nasıl körlemesine saldırdıklarının etkili bir örneği.

Tüm bu sarsıcı hikayeleri Haggis dengeli bir bakış açısıyla, soğukkanlı bir yaklaşımla ele almış. Usta işi senaryonun yardımıyla karakterlerini birkaç fırça darbesiyle resmederken iyi ve kötü yanlarını aynı netlikle veriyor, nasıl çifte standart uyguladıklarını, prensiplerinden ne kadar kolay vazgeçebildiklerini gösteriyor, (genelde standartların çok üzerinde seyreden oyunculukların da katkısıyla) sergiledikleri insan davranışlarının kökeninde hep aynı kanayan yaranın bulunduğunu belirliyor: Dehşetli bir korku, amansız bir korunma güdüsü...

Bu filmin tüm dünyada seyircilerin yüzüne bir tokat gibi çarptığı cümle bu: 11 Eylül sonrası ABD eskisinden çok farklı, bu süper devletin vatandaşları artık kendi canlarının da -üstelik çok fena- yanabileceğini anlamış durumdalar ve korkudan ödleri patlıyor.

Alt cümleler
Kuşkusuz ki bu bildiğimiz bir cümle, o anlamda filmin sürprizi yok, sahip olduğu yenilik alt cümlelerde. Bunları vurgulamak için Haggis ve senaryo ortağı Bobby Moresco simgesel sahneler belirleyip filme yerleştirmişler. Bunlar hikayelerin merkezinde duran korku duygusuyla doğrudan bağlantılı olmadıkları için kolay ayırt ediliyorlar: Örneğin bir sahnenin yeniden çekilmesine ilişkin platoda geçen fikir alışverişinin filmde ele alınan kesişmelerle bağlantısı yok, ama Cameron'ın orada sergilediği ezik tavrın nedeninin konuyla yakından ilişkisi var: Başarılı, zengin zenci sahip olduğu her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğunu biliyor.

11 Eylül 2001 günü devleti ve halkıyla ABD'nin derinden idrak ettiği bir gerçek bu.

Savcı'nın karısı Jean'ın (Sandra Bullock) evde düşüp ayağını burkması filmin ana ekseniyle tamamen ilgisiz görünüyor, o bölümden senaristlerin muradı ise Jean'ın evinde çalışan (ve aslında sürekli eleştirdiği) hizmetçisi Maria'ya sarılıp: "Tek yakın arkadaşım sensin" deyişi, daha doğrusu bu cümlenin ifade ettiği korkunç yalnızlık duygusu. Bu duyguyu da Amerikalılar 11 Eylül'de öğrendiler. Yeni binyıl öncesinde çekilen ABD filmlerinde "biz benzersiziz, hepsinden üstünüz" duygusu hakimdi, yakın tarihli Amerikan filmleri gösteriyor ki üstünlük sandıkları özelliklerinin kendilerini ne kadar yalnızlaştırdığını idrak etmeye başlamışlar.

Senaristler içinde yaşadıkları toplumun geçirmekte olduğu süreci iyi irdelemiş, akıllıca resmetmişler. Hanson'ın tüm prensiplerinden bir anda vazgeçip -cinayet sonrası- kendini kurtarmak için arabasını (cinayet mahallini) ateşe vermesi, bu dokunaklı örtbas çabası ABD'nin Irak'ta yaptıklarının bir resmi gibi adeta (Kimileri içinse o bir şenlik ateşi!).

Savcı'nın popülerlik kaygıları ve müfettiş seçileceği söylenen Dedektif Graham'a yapılan çirkin teklif (suçu kesin olmayan bir polisi tutuklamalarına yardım etmesi karşılığında onlarca suça bulaşmış kardeşinin dosyasını görmezden gelmeleri) ABD'ye hakim olan yozlaşmış sistemin küçük bir simgesi.

Cameron'ın arabasını gasp etmeye çalışan eli silahlı gencin üzerine delirmiş gibi saldırması, üzerine silah doğrultan polislere diklenerek kendini vurdurtmasına ramak kalması ise Bush yönetiminin halen Ortadoğu'da izlediği politikayı düşündürüyor.

Aynı bakış açısıyla ele alınabilecek çok ilginç iki motif daha var: Yaşlı Çinli'nin minibüsünün içinden çıkan Uzak Doğulu kaçak göçmenler (ve tabii ki onların adam başı 500 dolara satılmaları) ve Dedektif Graham'ın alzheimer hastası annesi. Bir dakika geçmeden aynı şeyleri sorması ya da söylemesiyle, kendine özgü ve gerçekliğe uymayan bir dünyada yaşıyor olmasıyla o yaşlı kadın günümüz ABD'sinin hangi özelliğini simgeliyor dersiniz?

Film+, sayı: 4, Temmuz 2005

Ödülleri:
En İyi Film, Özgün Senaryo ve Kurgu dallarında Oskar; Yönetmen, Müzik, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Dillon) dallarında Oskar adayı
En İyi Özgün Senaryo ve Yardımcı Erkek Oyuncu (Dillon) dallarında Altın Küre adayı
Ayrıca 41 ödül ve 61 adaylık

Çarpışma / Crash
Yönetmen: Paul Haggis
Senaryo: Paul Haggis & Bobby Moresco
Oyuncular: Sandra Bullock (Jean Cabot), Don Cheadle (dedektif Graham Waters), Matt Dillon (polis memuru John Ryan), Jennifer Esposito (Ria), Thandie Newton (Christine Thayer)
2004, ABD, Almanya ortak yapımı, 112 dakika
DVD Firması: Tiglon / PRA Films

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder