Alıntı

Toplumsal hayat bizi doğadan kopardı, onunla yeniden bütünleşmek zorundayız. “Ağaca sarılan hippi” imajını kastetmiyorum, onda yanlış bir şey yok da, demek istediğim, bir psikolojik ve ruhsal evrimin çok gerektiği. Şimdiki hayat tarzımızla ilgili en büyük sorunun ruhsallık eksikliği olduğunu düşünüyorum…

Julian Goldberger ("Şahin"in yönetmeni)

6 Mayıs 2011 Cuma

Onibaba

Korku öğelerini ve cinselliği kullanışı bakımından da, ama asıl insan ruhunun karanlık labirentlerinde fütursuzca dolaşması açısından bir öncü eser…

IMDB: 8,0
All Movie: 4,5 yıldız
Rotten Tomatoes: % 82
Manalı Filmler: 9,0
Steven Jay Schneider’ın “Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 1001 Film” listesinde

Kaneto Shindo’ya saygıyla…
(28 Nisan 1912 - …)


Ortaçağ’da doğa daha korkunçmuş, şimdiki kadar kontrol edilemediği için.

İnsanlar daha cahilmiş, bilim bugünkü kadar ileri olmadığı için.

Devlet ve yasalar bugünkü kadar gelişmiş değilmiş, daha savunmasızmış insanlar, daha fazla korkuyorlarmış, bu yüzden de daha korkunç işler yapıyorlarmış.

Tüm bunları çok az diyalogla, ama yoğun bir sinema diliyle anlatıyor “Onibaba”.

Zamanının hayli ilerisindeymiş bu film, hala dimdik ayakta…

14. yüzyıl, Japonya… Bitmek bilmez savaşlar ülkeyi harabeye çevirmiştir, insanlar aç ve umutsuzdur. Savaşa götürülen Kichi’nin annesi ve genç karısı, evin yakınlarına yolu düşen savaşçıların (gerekirse onları öldürerek) giysi ve silahlarını Ushi’ye pirinç karşılığı satarak hayatlarını sürdürmektedirler. Komşuları Hachi savaştan döner, anlattığına göre kaçmıştır, Kichi de ölmüştür. Hachi ile artık kocasını beklemesi gerekmeyen Genç Kadın arasında bir ilişki başlar. Gelininin Hachi’yle evlenerek kendisini yapayalnız bırakmasından ürken Yaşlı Kadın, biraz da ilişkiyi kıskandığı için onları engellemeye, Gelin’i korkutmaya çalışır. Üçü, adım adım trajik sona yaklaşırlar…

Kadınları dini konularda cesaretlendirme amacıyla tasarlanmış ünlü bir Budist kıssadan hareketle yazılan “Onibaba”, 2. Dünya Savaşı sonrasında Japon toplumunda oluşan ahlaki yozlaşmayı anlattığı düşünülen bir film. Gerçekten de tüm karakterler “öldür ki öldürülmeyesin” prensibiyle hareket ederler, hiçbir erdemleri, hiçbir inançları kalmamış gibidir.

İnsanları bu hale getiren savaş, her biri bir dakika bile sürmeyen birkaç küçük çatışma sahnesi dışında hiç gösterilmez filmde; ama etkisi hep hissedilir. Ana karakterlerin adeta ruhunu ezer, o yüzdendir ki bir duruşları varsa hayat içinde, o da savaş karşıtı olmaktır, “bunun onların savaşı olmadığını” konuşurlar.
Atmosferi çok etkileyicidir “Onibaba”nın; insan boyunda sazlıklarla kaplı bataklık, etkileyici yüzler ve ifadeler, muhteşem gölgelerle dolu siyah beyaz görüntüler, temelde çığlığa benzer insan sesleri ve davul ritimlerinden oluşan müziği ile benzersiz bir dünyayı tasvir eder, adeta cehenneme davet eder seyircisini...

Korku öğelerini ve cinselliği kullanışı bakımından da, ama asıl insan ruhunun karanlık labirentlerinde fütursuzca dolaşması açısından bir öncü eserdir…

Filmde hayalet, canavar vb korku öğeleri yoktur; tam da bu yüzden eşsizdir “Onibaba”: Sıradan insanların ne kadar korkunç olabildiğini göstermeye cüret etmiştir…

Ödülleri:
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Yoshimura) ve Görüntü Yönetmeni dallarında Blue Ribbon Ödülü.

Meraklısına:
Japon kültüründe “Onibaba”, ihtiyar kadın kılığında insanlara görünen ve onları yiyen canavarların adıymış, filmin ismi buradan geliyor.

Filmde sözü edilen iç savaş, neredeyse 50 yıldan fazla sürmüş.

Üretken bir sanatçı olan Kaneto Shindo’nun 150’den fazla senaryoda adı bulunuyor, 44 uzun metrajlı film çekti. 99 yaşında –henüz gösterime girmeyen- “Ichimai no hagaki”yi tamamladı.


Shindo’ya göre maskenin onu takanlarda yaptığı değişiklik, atom bombası kurbanlarında oluşan figür bozukluğunu simgeliyormuş.

Fragmanı

Benzer filmler:
"Ugetsu Monogatari" (Kenji Mizoguchi, 1953)
"Kwaidan" (Masaki Kobayashi, 1964)
"Throne of Blood / Kanlı Taht" (Akira Kurosawa, 1957)
"Woman of the Dunes" (Hiroshi Teshigahara, 1964)

Devil Woman / Onibaba
Senaryo ve yönetim: Kaneto Shindo
Yapımcılar: Hisao Itoya, Tamotsu Minato, Setsuo Noto
Oyuncular: Nobuko Otowa (Kichi'nin Annesi), Jitsuko Yoshimura (Kichi'nin Karısı), Kei Satô (Hachi), Jûkichi Uno (Samuray general), Taiji Tonoyama (Ushi)
1964 Japonya yapımı, 103 dakika, siyah beyaz.

Mutluluğun Peşinde

IMDB: 7,3
Meta Critic: % 76
Rotten Tomatoes: % 87
Manalı Filmler: 8,5

Bu filmin ana karakterleri “mutluluğun peşinde” değiller, çok büyük bir mutsuzluğu atlatmaya çalışıyorlar. 4 yaşındaki oğulları Danny 8 ay önce ölmüş, hayatları alt üst olmuş, onsuz yaşamaya alışmaya uğraşırken bir yandan da “bu neden bizim başımıza geldi?” türünden sorulara yanıt arıyorlar.

Filmin özgün ismi daha anlamlı: “Tavşan deliği” anlamına geliyor, “Alice Harikalar Diyarında” göndermesi çok açık. Aslında buna gönderme demek yanlış, Lindsay-Abaire, eserinin ana temalarını irdelerken ünlü kitabı kullanıyor, ondan yardım alıyor.

Kitapta Alice, beyaz tavşanı ilk gördüğünde nehir kenarında bir bankta oturmaktadır, Becca da Jason’ın yazdığı “Rabbit Hole” çizgi romanını onunla bir bankta otururken görüyor, paralel evrenler hakkında sohbet ediyorlar. Becca başka bir alemde mutlu bir hayat sürüyor olması olasılığından hoşlanıyor.

Böylelikle “Rabbit Hole” benzer süreçleri inceleyen eserlerden farklı bir pozisyon edinmiş oluyor. Amacının sadece mutsuzluğu aşmaya çalışma sürecini anlatmak olmadığı çok belli, hayatın anlamına ilişkin bir sorgulama var burada, adeta seyirciye şöyle sesleniyor: hayat sandığımızdan çok daha geniş olabilir, o nedenle yaşadığın tek şey bu mutsuzlukmuş gibi davranmayabilirsin...

Mecazi anlamıyla alındığında Becca başka açılardan da Alice’i andırıyor, örneğin kendi gözyaşlarında yüzmesi veya fiziksel olarak küçülüp büyümesi gibi (ilgili İngilizce deyimleri düşünürsek)… Fakat bunlardan daha önemli bir buluşu var Lindsay-Abaire’in: Alice ile Becca arasındaki paralellikleri bilinçli koymuş olmasına rağmen ana karakterini “harikalar diyarı”na yollamıyor. Hatta kaçmakla ilgili her olasılığı dışlıyor. Ana karakterlerinin uyuşturucuya sarılmalarından, yeni bir bebek yapmalarından veya teselliyi başka kadınların kollarında aramalarından da yana değil, bu mutsuzluğun tek bir çözümü olduğunu söylüyor: Zaman (Becca’nın annesi Nat’le yaptığı konuma çok anlamlı).

Tabii ki gayet iyi çekilmiş ve oynanmış, son derece başarılı bir film bu, ama asıl puanları senaryosu sayesinde alıyor: Yalın, ama hayli gerçekçi, insanlık hallerini başarıyla sergileyen ama sergilemekle de yetinmeyen bir metin yazmış Lindsay-Abaire.

O kadar cesur ve bilge bir yazar ki, hayat denen “harikalar diyarı”nın en umutsuz hallerini büyüteç altına almaya cüret edebilmiş ve –filmlerde- nadir rastlanan önerileri var.

Ödülleri:
En İyi Kadın Oyuncu dalında Oskar adayı
Ayrıca 16 adaylık

Meraklısına:
David Lindsay-Abaire’in oyunu Tony ödülüne aday gösterilmiş ve Pulitzer kazanmıştı.

Seçme replikler:
Becca (annesine, acıyı kastederek): Hiç geçmiyor mu?
Nat: Hayır… Bende geçmedi en azından. 11 yıldır devam ediyor. Geçmiyor ama… değişiyor…
Becca: Nasıl?
Nat: Bilmiyorum… Ağırlığı değişiyor sanırım. Bir noktada dayanılır olmaya başlıyor... Başka bir şeye dönüşüyor. İçinde tutabiliyorsun. Cebinde bir tuğla taşır gibi taşıyabiliyorsun... Hatta bir süreliğine unutabiliyorsun bile. Sonra tekrar çıkıyor ortaya. Korkunç oluyor. Ama her zaman değil. Öyle bir şey ki... sanki oğlunun yerinde artık o acı var. Bundan hoşlanmıyorsun ama devam ediyorsun. Asla geçmiyor… ki...
Becca: Devam et?
Nat: Ki aslında geçmemesi daha iyi…

Benzer filmler:
"Amish Grace" (Gregg Champion, 2010)
"La Stanza Del Figlio / Oğul Odası" (Nanni Moretti, 2001)
"Ordinary People / Sıradan İnsanlar" (Robert Redford, 1980)
"What Dreams My Come / Aşk İçin" (Vincent Ward, 1998)

Rabbit Hole / Mutluluğun Peşinde
Yönetmen: John Cameron Mitchell
Senaryo: David Lindsay-Abaire (Kendi oyunundan)
Yapımcılar: Nicole Kidman, Gigi Pritzker, Per Saari, Leslie Urdang, Dean Vanech
Oyuncular: Nicole Kidman (Becca), Aaron Eckhart (Howie), Dianne Wiest (Nat), Miles Teller (Jason), Tammy Blanchard (Izzy), Sandra Oh (Gaby)
Gösterim tarihi: 22 Nisan 2011
2010 ABD yapımı, 91 dakika.